Heyecan dindarlık ölçütü müdür?
Heyecan dindarlık ölçütü müdür?
Hükümlerin geliş sırasını, dindarlığın da öncelikli ölçütleri olarak görebiliriz.
Buna göre ilk sırayı alanları önceki iki yazımızda görmüş olduk:
Şirkten arındırılmış bir tevhit inancı, namaz ve bölüşme…
Sıraya göre bunlara cihat ruhunu da eklememiz gerekiyor. Bundan anladığımız şeyin de öncelikle hakikatin anlatılması için duyulan heyecan, yaşanılan cehd ve gayret olduğunu yine bir yazımızda söylemiştik. ‘Onlara karşı Kuranla en büyük cihadı yap’ anlamındaki ayeti kerime Mekke’de inmiştir, oysa orada kavga ve savaş yoktur. O halde hakikati duyurma (tebliğ ya da davet) ve bunun heyecanını yaşama önemli bir dindarlık ölçütüdür. Bu ruh öldüğünde birey olarak da toplum olarak da namazları, oruçları ve hacları müslümanları kurtaramaz. Allah Rasulü’nün şu hadisi şerifleri buna işaret ediyor olmalıdır:
‘Derdiniz, nasıl olursa olsun daha çok kazanmak olur, çifte çubuğa merak sarar ve cihadı terk ederseniz, Allah size öyle bir aşağılanma verir ki, tekrar dininize dönmedikçe de bunu sizin başınızdan almaz’. Yani birine mahkûm olursunuz.
Geliş sırasını bilmiyor olsak da, kul hakkına riayetin de, dindarlığın en önemli göstergelerinden olduğu açıktır. Kulun tövbe etmesine sevinip onu hemen kabul eden Allah’ın kul hakkını mahşere bıraktığını ve sahibi hakkını helal etmedikçe üzerinde hak bulunanın cennete giremeyeceğini herkes bilir. Asıl iflas edenlerin, mahşerde sevaplarını alacaklılarına dağıtıp, bir de onların günahlarını alanlar olacağını da biliyoruz.
Bu hakkın bir de kamu mallarına bulaşmakla, kamu hukukuna tecavüzle olduğunu düşünürsek böyle bir insanın burada dindar olabilmesi, orada kendini kurtarabilmesi mümkün değildir.
Sonra Medine dönemi ve peş peşe inen diğer hükümler gelir. Cuma, cami, cemaat, oruç, hac, hukuki ölçüleriyle zekât, tesettür, hane mahremiyeti, ilim tahsili, zalimlere ve saldırganlara karşı savaş… Ama bunların bizatihi kendileri dindarlık değil, dindarlığın göstergeleridirler.
Dindarlığın çökertici virüsleri olan haramlardan sakınmak da dindarlık adına bir o kadar önemli. Öncelikle toplumsal haramlardan, zina ve zinaya götüren yollardan faizden, içkiden, kumardan ve diğer virüslerden…
Dünya ahiret dengesini sağlam kurabilmek de önemli bir dindarlık ölçütü olsa gerek. Dünyayı başkalarına kaptırmadan ahiret için çalışmak, kıblesi ve hedefi öbür âlem olmak. Aslında din bu, ama bu gün değme müslümanlar dahi dünya merkezli yaşarlar. ‘Allah’ın sana verdikleriyle ahiret yurdunu ara’ anlamındaki ayet sadece ilk müslümanlar için gelmiş gibidir. Bunu ve bunun gibi onlarcasını görmeyiz de, ‘Allah verdiği nimeti kulunun üzerinde görmek ister’ hadisi, lüks ve israfımızın bahanesi olur.
Komşuluk ve akraba ilişkileri, sılairahim…
Sonra dindarlığın ahlakı boyutu… Toplumun çıkarını kendininkine tercih edebilme, önceliği kardeşine tanıma, yardımlaşma, dayanışma, hal hatır sorma ve çok önemli bir gösterge olarak tebessüm. Çünkü tebessüm aslında diğerlerinin tamamlandığının alametidir. İşlem tamam der gibi bir imzadır tebessüm.
Ve duygulardaki dindarlık… Hasetlik fesatlık dürtüsünü bastırabilme, kardeşinin iyiliğine sevinebilme, gıybeti ve suizan gibi şeytani duyguları yenebilme, Allah’ı fikreden bir kalbe, zikreden bir dile sahip olabilme. Hele gıybetten sakınabilme, ben öyle sanıyorum ki, çok ileri derecede bir dindarlık göstergesidir.
Bunların yanında kişinin kendi dindarlığını test edebileceği bir başka ölçüt, ’emr bilmaruf, nehy anilmünker’ diye formüle edilen görevin sorumluluğunu hissedebilmedir. Kişi iyiliklere seviniyor ve devamını sağlama heyecanı duyabiliyorsa, diğer yönden kötülüklere üzülebiliyor ve giderilmeleri için kendine düşeni yapabiliyorsa kişinin dindarlığı ya da imanı yükseliş trendinde demektir. Üzülemiyor, sevinemiyor ve gerekeni yapma çabası gösteremiyorsa, ne kadar namaz kılıyor olursa olsun dindarlığını tüketmektedir.
Bilmem sahte dindarlıktan da söz etsek mi?
Faruk Beşer